12 Kasım 2010 Cuma

Yine-Yeni-Yeniden...

Bugün enerjiğim bir o kadar da mutlu:) Aslında çoğumuz aynı durumdayız... Çook uzun zamandır hasretle beklenen 10 günlük sultanların sultanı bayram tatilimiz her dakika biraz daha yaklaşıyor...
Herkese şimdiden sevdikleriyle mutlu bayramlar dilerim. Hatta nice nicesini dilerim...
Bugün 2 tane yazım var size aslında ikisinin de temel prensibi yeni üzerine ve tazecik olmak üzerine...
İlki bir ufak canavar hakkında... Bembeyaz hayat sayfası çoktan açılmış ve yavaş yavaş küçük parmaklarıyla, çarpık çurpuk tuttuğu renkli kalemleriyle, hayatını çizmeye başlayan bir küçük atom karınca hakkında... Kendisi tam bir lokum ve şirinlik muskası, adı: Poyraz Bayram. Yanlış aklımda kalmadıysa yaklaşık 24 aylık ve hayatın en keşfedilesi noktasında şimdi. Gözlerinden alveler çıkıyor... Aslında adı gibi biraz arada kaşları çatıyor. Güçlü bir ismi var güçle tutunuyor hayata ve deri derin bakıyor kendi penceresinden... Nerde olduğunu anlamaya başladığı çağda, herşey ona çok çok yeni ve çok heyecan verici...




Hepimizin geçtiği, o en zor dönemde şimdi. Anlamaya, öğrenmeye ve aklında tutmaya çalışıyor... 24 ay önce bir ameliyathanede ciğerlerini yakan oksijen yüzünden deli gibi ağlıyordu... ‘Hay Allahım bu nasıl acı ya, hep mi böyle olacak diye dertlenerek’, hepimiz yaşamadık mı aynı durumu :)



Tabiki oyuncaklar bir yere kadar her erkek gibi Poyraz da bir gün bilgisayar oyunu tutkunu olacak... Lütfen fotoğraftaki çocuk yaşlıları bulunuz :)

24 ay sonra dün gözlerinde inanılmaz bir sıcaklık ve yüzüne yayılan kocaman gülümsemesiyle, şimdi renkleri, hayvanları, anneyi, babayı eve gelen konukları tanıyor, sevmeyi öğreniyor, öğrendiğini de içine sindiriyor, çok mutlu oluyor. Hep mutlu olsun, keyifli kalsın bu hayatta Poyraz... İllaki ucundan bucağından zorlayacaktır hayat kimseye torpil geçmediği için... Umarım ve dilerim ki; çok çalmasın zorluklar kapısını, hep sıcak sıcak baksın nefti gözleriyle ve sonra enerjisini harmanlasın kocaman gülümsemesiyle...
Bir de unutmadan kendine özgü bir dil geliştirmiş, bütün kelimelerin sadece sevdiği hecelerini söylüyor. Kendi adı ‘poyss’, babası ‘mus(mustafa)’ annesi ebr(ebru yani ama Poyrazcada yazması zor duyması keyifliJ)... Şimdiden hayatı daha basit ve neşeli algılamayı öğrenmiş... Hep öyle olsun, en az o yorulsun...

Gidişimiz onu çok üzdü, mağrur ama çapkın ifadesiyle bizi yolcu etti :)


***
Bugün farklı bir güne tanıklık ediyorum... Bir vedaya... Paylaşmak istedim, veda eden gibi anlamak istedim...
Ne kadar hüzünlüdür veda etmek... Hiç seven yoktur vedaları. Üzüntü de vermiş olsa, zaman zaman yorsa da alıştığınız şey ve sahiplendiğiniz her ne varsa veda etmek çok zor gelir insana...
Aslında ne kadar seviyoruz düz çizgileri, çizgi yön değiştirdi mi canımız sıkılıyor biraz. Elimizi kolumuzu nereye koyacağız, neresinden başlayacağız, nedir bu yeni çizginin rotası?!*... Veda etmesek de kalsak diyoruz ama bir yandan da veda gerekli oluyor...
Bir tarafından bakınca, hayatımız piyango gibi değil mi? Bir sürü yoldan birini gözümüze kestirip seçimimizi yapıyoruz ama ‘ne çıkarsa bahtımıza’. Şartlar da bizi zorlasa, çok da istiyor olsak adı her ne olursa olsun diğerine veda ediyoruz, akrada bırakıyoruz...
Bir yanımız en güzel kokularıyla cennet bahçesiyken; diğer yanımız sarp kayalıkların kucağındaki uçurum. Ya da bunu aslında biz kurguluyoruz. Cennet bahçesi sandığımız, aslında uçurumun maskesi de olabiliyor. Kendimizi, bahçeye adım attığımız anda boşlukta dönerken de bulabiliyoruz. Hiçbir zaman kesin doğruyu bilemiyoruz sadece seçim yapıyoruz.
Aslında yapmamız gereken tek doğru, herşeyi bir tarafa bırakıp, seçim bizi nereye götürürse götürsün, yürüdüğümüz yolda dik olmak, yaptığını destekler nitelikte yaşamak...
Geride bırakmak zordur yine de... Her sabah girdiğin kapıyı, günaydın dediğin insanları, içtiğin kahveyi, pencerinden bakarak çayını yudumladığın odanı, telefon sesini, karmaşayı, sakinliği bazen en güzel kahkahaları, bırakıp da diğer yolu seçmek zordur. Kolay değildir en hayat alanını terk edip gitmek... Aslında sadece uzakaşırsın çoğundan kesin bir veda olmaz. Elbette için burkulur birden yalnız hissedersin ama gerçekten kurduğun bağların uzandığında tekrardan seninle olacağını bilmek rahatlatır içini... Gerçek olan herkes, her zaman, bütün engellerden bağımsız yanındır...

Yeni insanlar tanımak, yeni sandalyeye oturmak, yeni keşifler yapmak, bir basamak daha atlamak, yeni bir dünyayı keşfetmek zordur... Ama herşeye rağmen ‘yeni’ güzeldir...Yenidir işte! adı üstünde... Tazeler insanı, farklı bir ruh katar. Bilmediği başka şeyleri keşfettirir.
Şimdi gözünüzü kapatın ve hayatınızda şuanda yenilemek istediklerinizi düşünün... Yeninin kokusu gelsin burnunuza, yeninin şen kahkahasını duyun, ve görün yenilendiğinizin son halinizi, keyifle seyre dalın...
Hepimizin yolu açık olsun...
Sevgiler


İ.Erdemli

10 Kasım 2010 Çarşamba

Annem İçin...

Ölümle yaşam iç içedir ya bugün aslında yastayız, Atamızı anıyoruz... Ama bizim aile sadece yas tutmuyor doğumu da kutluyor. Giden her iyinin yerine bir iyi gelirmiş ya dünyaya biz işte o gelen iyileri kutluyoruz bugün, gideni sevgiyle ve rahmetle anarken...

Hayatı öğrendiğiniz kaç tane kahramanınız var? Benim iki tane... Bir tanesi bugün doğdu... Annem...
Ne güzel ve anlamı bütün bir kavramdır Anne. Herkesin de harcı değildir Annelik. Öyle sanıldığı gibi kolay da değildir. Önce düşünürsün, kendini tartarsın, sonra 9 ay karnında taşırsın... Hem bebeği taşırsın hem de endişelerini... Hiç olmadığın kadar çok dikkat etmen gerekir kendine. Sadece yediğine içtiğine değil, hem bedenine hem ruhuna... Çünkü hayatın acımasız dişlilerinde ezilmeden ve yel değermenleriyle gireceği savaştan zaferle çıkması lazımdır içindeki küçük fasülye tanesinin...
Hayatı sende öğrenecek minicik bir varlığın her geçen gün  içinde büyüdüğünü hissetmek muazzam bir duygu olsa gerek. Ancak yaşayarak anlamakla sabittir. O yüzden babalar anneler gibi hissedemez hiç bir zaman... Çocuğun canı yanarsa annenin ki de öyle yanar, çocuk nasıl mutluysa anne de öyle mutludur. Sarıp sarmalar anne, ama gerçek anne...
Benim annem gerçek annelerden. Hayat öyküsünün birinci paragrafında 23 yaşından beri ‘İrem’ yazan bir anne... ‘Ne zaman ihtiyacım olsa nerdesin’ annelerden değil de, ‘İyi ki varsın, hep yanımdasın’ annelerden... İrem’in  annesi de, arkadaşı da, cezacısı da olabilmiş bir anne benim annem... Bütün gün çalıştıktan sonra eve gelip yemek yetiştirmeye çalışırken mutfak tezgahının üzerinde dünyayı tanımaya çalışan küçük kızının binlerce, saçma, zihni sinir sorusuna sabırla cevap veren, ödülü de cezayı da dozunda veren ve bıkmadan usanmadan hayatı hala anlatan bir anne benim annem... Dünyayı benim üzerime kursa da her zaman bu hayatta tek başıma durmam için sabırla hayatı anlatan bir anne benim annem. Yaşadığı, yaralandığı, incindiği hiçbirşeyi benim yaşamamam için elinden gelenin de fazlasını yapmış bir anne benim annem...
Sarı saçları, boncuk gözleriyle benim kahramanım işte... Benim Annem... Bir zaman önce bu tarihte doğdu... Bir Isparta halısına dünyaya gelmesine karar verildi hem de J Belki de o yüzden dünyadaki en nadide kavramların yanında duruyor benim ANNEM... Tek ve yegane... İyi ki varsın, iyiki benim annemsin... Önce Tanrı’ya sonra da yukardan izleyen meleğimize sonsuz şükranlar...

Sevgiler
İ.Erdemli

9 Kasım 2010 Salı

RuH DuRUmU...

Bugün böyle griden siyaha biraz... Tavşan deliği sessiz sakin son zamanlarda.
Size de bazen çok oluyor mu hayat? Yeter ama dayandım yeterince daha fazla dayanmak istemiyorum diye isyan ediyor musunuz? Sesinizi duyan oluyor mu? Yukarıdan ses geliyor mu? Çözüm bulabiliyo musunuz? Ben bulamıyorum...
Üniversitede sınavlarda sıkça sordular bize ‘Quel est l’etat d’ame du héroique dans cet ouvre?’ Yani bu eserdeki kahramanın ruh hali nasıldır? Ben kendi hayat kitabımın baş kahramanı olarak bugün son derece iniş çıkışlı ve agresifim... Neden mi? Hayat döngüsü içindeki en geniş alanım gün içinde en çokk saatimi harcadığım yer (harcamak diyorum çünkü benden gidiyor) daralmaya başladı... Bu da neye sebep oldu dersiniz? Cevap veriyorum;  zehirlenmeye!!! Hayat beni zehirledi ve şuan hayatın içinde ne kadar negativite varsa hepsini görüyorum ben... Daha bir boğucu, daha bir negatif, daha siyah...
Bana bazen çok oluyor hayat, sabah uyanmak bile çok oluyor... Bugün mesela çok oldu artık!!! Ama ne yapabilirim, bir şey yapamam... Kendime göre doğru zamanlamayı seçip hareket etmekten başka birşey yapamam... Doğru zaman? Neye göre, kime göre, hangi duruma göre? Ruhumuz erezyona uğradıktan sonra, zaman doğru olsa yada yanlış olsa ne fayda?
Özgürlüklerimiz sınırlı, hep birşeylere bağlı, hep birilerine göre hareket ediyoruz. Ne kadar yorucu? Nasıl hayata her zaman hazırlıklı olabiliriz ki? Nerede hayal ettiklerimiz, nerede beklentilerimiz? Dikkat edin iyi olacağını düşündüğümüz şeyler en peşin başımıza yıkılanlardır. Tahrip etkisi de sıradan olan herşeyden fazla olur... Bu kadar yormalı mıdır hayatta herşey? Ben mi çok düşünüyorum yoksa gerçekten bazılarımız için hayat daha mı kolay? Herkesi ayrı yoruyor, ama yoruyor işte... Ben hiç yorulmam diyen kaç kişi var? Varsa da dikkat etsin 5 sn içinde burnu uzamaya başlar...
Ne kadar çok soru var aklımda dönen, ne kadar çok sıkıntı var değirmeninde beni ezen.  Yarısını yazsam 100 sayfayı bulur... Çok sıkıldım ben bugün başa sarmalardan, çok sıkıldım sırf uyuşulmuyor, sırf aynı yerden bakılmıyor diye iğnelemelerden, çok sıkıldım ‘ben aştım üstünüm ama sen nerdesin tavrından’, çok sıkıldım ceketimi alıp yürüyüp öylece çıkamamaktan...
Aslında sabrettim ben, direndim de çok şeye... Yok dedim olacak günü birinde, bir yerde benle aynı bakanı da olacak, standart dışı olacak...Sonra tamam dedim, bak sabrettim ama sonunda oldu, sonunda istediğim gibi oldu...
 Şimdi olmadığını görmek ve bir o kadar anlam yüklemiş olmak ne kadar acı... Demek ki, Durum Değerlendirmesi ; ‘Her zaman, her durum için açık kapı bırakıp, hakettiğinden fazla asla, katiyen ve hiçbir suretle kimseye, hiçbir yere, hiçbirşeye değer vermeyeceksin!’ Vermeyeceksin ki, kendini haklı görmesin, vermeyeceksin ki çizgisini bilsin, vermeyeceksin ki gelip de hayat merkezine çökmesin ve vermeyeceksin ki en kıymetli şeyi yani zamanını çalıp gününü berbat etmesin...
Oh dediğiniz, huzuru duyduğunuz anlar bol olsun o anların şerefine!!!


Sevgiler
İ.Erdemli

8 Kasım 2010 Pazartesi

Kasımlar'dan 8 Mevsimlerden AŞK

Bugün 8 Kasım 2010... O gün de böyle güzel bir güneş vardı ve denizin üzerinde ışıltılar yapıyordu... Birçoğumuz için sıradan olan günler bazılarımız için yüksek bir öneme sahiptir.

İki sene önce bugün, ev halkınınsabahtan itibaren hummalı bir koşturma içinde olduğu bir ev var şuan gözümün önünde. Son kontrolleri yapan telaşlı bir anne, herşeyin yerini beğenmeyip sürekli değiştiren bir teyze, derinden olup biteni izleyenler, heyecanını belli etmek istemeyen bir baba, arkadaşına destek olmaya çalışan bir neşe böceği, çocuğu gibi sevdiği kızının mutlu günü için yollara düşmüş bir yenge, oyun arkadaşının büyüdüğünü görmeye gelen bir kuzen...

Ve bir kız... Saatler ilerledikçe heyecanı ikiye katlayan, kahveleri nasıl ikram edeceğim diye düşünen, ne olacak, nasıl olacak, nasıl bitecek diye yüzlerce soruyu aynı anda düşünen bir kız... Ama çok mutlu, heyecanlı, telaşlı, uçuyor gibi...

Sonunda çalan zil... 'Evet geldiler, tamam' diye alınan derin nefesler. Artık o dakikadan sonra ne eksikse eksik yapılacak bir şey yok diye düşünen zihinler...
Kapıdan teker teker içeri gelen davetliler. Herkeste sıcak bir tebessüm. Elindeki çiçeği kızın eline bırakıp kaçan bir çocukJ Sanki onun değil de başkasının önemli günüJ Heyecanı belli etmeme gayreti...



Salonda kendi payına düşen heyecanı yaşayan bir sürü insan ve derinnn 20 şer saniyelik sessizlikler... Sessizliğin geçip de sadede gelinmesi için dua eden kız ve çocuk... Sonunda söze girip kızı isteyen baba ve kızını veren diğer baba J Sonrası zaten kocaman bir ohh ve herkes uzunnn zamandır tanışıyormuş gibi sohbetler... Eğlenceli bir yemek, unutulmaz güzel anlar...

Sadede gelelimmmmmmm :))
Biz iki sene önce aile olmak için ilk adımı böyle attık işte... İki sene sonunda şimdi aileyiz. Nasıl olacaktı, ne zaman olacaktı, bir sürü belirsizlik vardı ama biz adımımızı attık... Zaman eğitiyor aslında hepimizi, ehlileştiriyor. Herşeyin gerçekleşeceği zaman belli, düşünsek de, çabalasak da bizim etkimiz sadece bir yere kadar. Öyle mi, böyle mi derken, bütün zorluklara rağmen imzaya kadar gittik...

Şimdi aynı coğrafyanın çatısı altında olmaktan çok, yuvamızın çatısı altındayız... Bir ömür boyu sürmesi dileğiyle... Ss

Sevgiler,
İ. Erdemli

7 Kasım 2010 Pazar

HaftaSonu Karması

Cuma akşamı eve geldim, şarabımı açtım yanına atıştırmalık bir şeyler ve filmimi seyre daldım...
YE, DUA ET, SEV... Güzel filmdi. Zaten Julia Roberts'ı ne zaman izlesem büyüleniyorum ouynculuğuyla...
Bu kitap ve film için 2 ayrı grup var. Bir grup filme ve kitaba bayılıyor diğer grup son derece saçma buluyor...
Bayılmasam da sevdim. İç yolculuk filmi, aklına koyduğunu sonunda yapmak için şartları hiçe saymanın filmi... Seneler önce benzer bir kitap okumuştum Melekler Erkek Olur adında... Yazarı daha sonra ortalarda görünmedi ama bulursanız okuyun. Tutkuyla yapmak istediğimiz ama içimizde kalan bir şey varsa eğer, ilk fırsatını bulduğumuzda mutlaka yaparız... Filmdeki Bali ve İtalya görüntüleri şahane... Aralık'ta Hindistan'a gidecek biri olarak Julia'nın Hindistan'a ilk indiği anları pek de sevimli bulmadım :)

Cuma gecesi güzel bir uyku çekip sabah Neşe'nin telefonuyla uyandım, çok güzel sohbet ettik... Çok özlemişim meğerse... Müziğimi koydum güzel bir tost yaptım biraz televizyona baktım sonra evi toparladım, duşumu aldım ve Ankara'nın pastırma yazına attım kendimi... Hava inanılmaz güzeldi ve Tunalı cıvıl cıvıldı... Süpriz faaliyetlerimi gerçekleştirmek üzere gereken bütün hazırlığımı tamamladım... Mihran ve Pelin'le buluştuk ve Kişniş'e gittik. Yemekleri gerçekten harika, tavsiye olunur. Bilhassa Mardin Kebabı ve haşlama içli köftesine bayıldım... Biraz erken gittik biz kalkarken fasıl başlıdı. Ud üstadı gidiyoruz diye bize şöyle seslendi 'Nereye gidiyorsunuz bizde Michael Jackson parçaları da var' dedi :) yani aklınızda olsun udla rahmetli jackson şarkıları dinlemek isterseniz Kişniş'te bu hizmeti de bulabilirsiniz :)





Ardından Tunus'taki Flat'te club müzik eşliğinde birer kadeh daha içtik ve sohbetimize devam ettik... Müzikler şahane, ortam da son derece nezih... Gidin derim, havanız değişir  ;) Daha sonrasında ben genç, güzel ve bekar bayanları gecenin ilerleyen dakikaları için Ankara gecelerinde bırakıp evimin yolunu tuttum...

Evin huzuru hiç birşeye benzemez... Kapıyı açar açmaz sıcak, tatlı kokan bir hava yüzünüze vurur, ohh be evim dediğin an o andır işte... Ama bu hafta benim için eksikti çünkü Aybars yoktu... O zaman herşey tamam yoksa bir anlamı yok... Neyse bugün geliyor :)

Dünden kalan şarabımı film eşliğinde tamamladım ama ne yazıkki filmi tamamlayamadım... Pazartesi günü Korsaana Hayıırrr diye bağıra bağıra Tunalı'da eylem yapmaya karar verdim.

Bugünnn pazarrr şuan ev temizleniyorrr, yeni haftaya başlamak için herşey hazırlanıyor... Hayat döngüsü işleyip duruyor biz de döndü içinde sirküle olmaya devam ediyoruz. Yine de hayat güzel, alında güzel yapmak elimizde... Beynimize ne komut verirsek onu yaşıyoruz... Beyninize iyi komutlar verin ve pastırma sıcaklarının tadını çıkarın derim zira kış gittikçe yaklaşıyor .... :)

5 Kasım 2010 Cuma

HaFtAsOnUUUUUU

Waaaoww haftasonu tatiliiiii? En sevdiğimiz gün Cumaaaaaa!!!! :)
Neler yapılacak bu haftasonu bakalım? Benim pek çok işim var ama keyifli işler biraz da süprizli o yüzden buradan yazamam ne yazıkki :))) Süpriz gerçekleştiğinde beni takip edin o zaman öğrenirsiniz...

Haftasonları şahanedir değil mi, bir kere kahvaltı bile bir başka olur... Peynir ayrı bi tadla erir damakta çayın kokusu sarar mutfağı... Ekmeğin kokusu, gazete kokusuna karışır.... Önce evde hala uyuyan varsa, kahvaltıyı hazırlayan mutfakta sessiz ama hummalı bir çalışmaya girişir. Sofraya gelecek olanların yüzünde açlığını bastırmak için biran evvel sofraya oturma hevesini görmenin değeri paha biçilmezdir.

Televizyon karşısında boş gözlerle miskinlik etmek, haftanın yorgunluğunu en güzel atma biçimidir. Magazin programlarının dayanılmaz çekiciliği yada uğraştığınız hobiyle ilgili bir programa denk gelmek, hele hele kaçırdığınız dizinin tekrarını izlemek kadar mutlu eden başka ne vardır?

Elbette mutlu edebilecek başka şeyler de vardır :) Onlar da yarın.... Beni takibe devam edin;)

3 Kasım 2010 Çarşamba

Ansızın...

Çok eğlenceyle başladım aslında buraya yazamaya... Ama durum değerlendirmesi dediniz mi, hayatın içindeki bütün durumlar hep de eğlence getirmez insana...
Tokat gibi gerçekler vardır gelir vurur yüzümüze büyük bir gürültüyle... Bazen o tokatı bizzat siz yersiniz bazen de gürültüsünü duyarsınız. Bugün, gürültüsünü duyanlardanım ben. Tokatı yiyen kadar acıtmaz belki ama ses acı bir çınlama yapar kulağınızda sonra bir ürperti hissedersiniz... ‘Noluyo ya’ diye...
Çok defa deriz ya hayat ne kadar acımasız, bize etmediğini bırakmıyor diye. Dikkat edin, genelde bunu tuzumuz kuruyken deriz. Peki ya herşey tepe taklak gelince? O zaman ne yaparız? Önce büyük bir boşluk hissi gelir, kocaman bir boşluk ve kafamızın içindeki ‘Eyvah’... Sonra öfkeye bırakır yerini ve akabinde tutunma hırsı gelir... Sıkı sıkı hayata tutunma hissi...  Unutmamak gerek ki; her son mutlak kötü değildir. Bazen hiç ummadığımız hayat kazaları yeni kapıları açar bize... O yüzden her daim şans dilemek lazım kendimize ve iyi bakmak lazım hayatın şeytana hediye ettiği detaylara. Cımbızla çekip şansımızı almak lazım şeytanın kucağından...
Gücünüz var mı şeytanla dans etmeye, bu dans hep ay ışığında ve romantik olmaz... Sarp kayalıklarda ve düşmemeye çalışarak olur genelde. Sağlam tutun ayak bileklerinizi!!! Sıkı durun!!! Zira hayatın zemini oldukça kaygan...
Ama denir ya yaşıyorsak hala ümit var demektir. Ben bilirim, her insanın kendi ölçülerinde yapamayacağı şey yoktur... Birine kıyasla az, diğerine kıyasla çok ama mutlaka hepimizin en yüksek çıtasında başaracağı bir yer vardır... Bizim tepe noktamız, derin nefes çekip 'tamamdır' dediğimiz, kişisel tatmini sağladığımız yer...
Pek çoğunuz ne şimdi bu yazı diyeceksiniz... Konunun önemi yok, bu yazı anısızın olanın yazısı, beklenmeden ve gürültüyle gelenin sonrasında sessizce çıkıp gidenin... Düşünün biraz sizin hiç ansızın gelenleriniz olmadı mı?

Sevgilerimle



İ. Erdemli

1 Kasım 2010 Pazartesi

Tatilsel Durum Değerlendirmesi

Uzzuuuun bi zaman geçti, nerde kaldı bu kız burayı açıp kaçtı gelmeyecek herhalde dediğinizi duyar gibiyim... Gelmez demiştiniz ama geldim J Bakalım ne durumlar yaşandı geçtiğimiz 3 günde değerlendirelim...
Çok büyük bir hevesle beklediğim Cumhuriyet Bayramı ve de 3 günlük şalteri kapama tatili geldiii ve geldiği hızla geçip gitti... İyi ki de geldi, hayata ctrl + f5 yaptıkJ
Cumhuriyetimizin yeni yaşı kutlu olsun, varolsun Cumhuriyetimiz...
Neler mi yaptık bu kısa ama çok şeyin sığdığı tatilde? Çoookk eğlendikkk bir kere, çok güldükkkk, çok da ciddi sohbetler ettik... Çok açıdan baktık az zamana çok şey kattık...
Yaşasınnn yarın yarım gün!!! Nidalarıyla ve alkolsel kafa çıtlamasıyla zar zor geçirdiğim yarım günlük mesai ardından biraz kişisel bakım vee derhal kendimi eve attım... Deriin bir uykuya dalmışım... Uyandığımda full enerji içindeydim... Süratle ev işi yaptım hem de neredeyse hepsini aynı anda J  Hatta ütü yaparken kadersiz Fatmagülü izledim... Kaç kişiyle ben aynı kaderi paylaştım acaba J
Gece yatağa uzandığımda hiçbir takıntı olmaksızın tatilime hazır olmanın verdiği mutluluk içindeydim... Ertesi sabah iştah açıcı, lezzet bombası bir kahvaltıyla startı verdik... Daha fazla saklayamacağım için Aybars’ın hediyesini sandalyesine bıraktım... Benim için bu yıl ki doğum gününün anlamı çok farklı... Kendi elimle hediyesini verebildim. Yaşasınnnnn vuslat J
Kahvaltının ardından Selen’in peşpeşe film izleme önerisiyle ve büyük bir hevesle hazırlıklar yaptım. İçecekler, abur cuburlar, loş salon veeeeee evimizi küçük bir Vip sinema salonu haline getirdik...

İlk filmimiz Bruce Wills’in RED filmiydi. Retired Extremely DangerousJ Bruce Wills’in arabadan inip ateş etme sahnesini görmelisiniz. Üstelik bir defa izlemek yetmez J Denemek istedim ama Selen arabasını vermedi, neden acaba??????***** Oysa içimde bir aksiyon kurdu var aynısını yapardım ... Ah Selennn!!! araba dedim de sana direksiyon çalıştırdığım o yeni ehliyet günlerin de bir gün buraya konu olmalı J


Boşuna demiyorlar Korsana Hayırrrr!!! Diye... Filim en heyecanlı yerinde kare durdu...CD yarımdııı!!!! Cezamızı çektik... Tekrardan dükkana gidip yeni cd almadan önce durağımız uzunn zamandırrr canımızın çektiği G.O.P Quick China oldu... Ortamı ve yemekleri gerçekten çok başarılı, tavsiye olunur.

Evimize döndük ve film döngüsüne devam ettik. Diğer filmimiz yediğimiz yemeğin de etkisiyle, Çin sinemasına ait bir eserdi. Selen’in dünya karmasından çarpıcı bir eser... Bitmesi için sonlara doğru Budha’ya yalvarıyorduk...
Şaka bir yana adı After Shock olan filmin konusu kısaca; 5 yaşındayken Çin’de yaşanan depremde göçük altında kalan biri kız diğeri erkek iki kardeşin başından geçen trajik bir hikaye üzerine kurulu... Babaları onları kurtarmak için çöken evlerine koşarak girerken hayatını kaybediyor ama anneleri kurtuluyor. Sabah kurtarma ekibi çocukların yaşadığını tespit ediyor ve anneden beton bloğun hangi tarafındaki çocuğu kurtarmak istediğini soruyorlar. İkisini de kurtarmak isteyen kadının tek bir seçimi olduğunu söyleyen kurtarma ekibine  cevabı çaresizlik içinde  ‘oğlumu kurtarın!’ oluyor. Bunu duyan küçük kız üzüntüsünden yıkılıyor... Öldü diye alıp babasının yanına yatırılan küçük kız mucizevi şekilde hayata geri dönüyor... Ve olaylar başlıyor...
Hayatımızdaki kelebek etkileri... Birçok açıdan hayatı sorgulatan bir film aslında... Öyle zor bir karar vermek zorunda kalmak, hayat boyunca o kararla yaşamak... O anda o kararı veren hakkında neler neler düşünmek, ona göre başka bir yol çizmek... Aslında hayatın kendisi düşününce nasıl bir deli süpriz... Şuanda bu yazıyı okurken bile bir telefonla, bir afetle ya da başka bir etkiyle hayatımızın yönü anında değişebilir...  Hiç bir zaman bilemeyeceğiz ama hep aynı şeyi yapacağız, o da aklımızın ve kalbimizin emrettiği olacak... Durum değerlendirmesi sonraya kalacak... Çünkü en zor kararları hep dar alanda almak zorunda kalırız... Zor, hızlı ve acı kararlar...
Artık gözlerimizde de ruhumuzda da derman kalmayınca bazılarımız pc oyununun başına, birimiz kitabının sıcağına diğeri de uykunun kucağına bıraktı kendini... Ee yarın yeni bir gündü ve hala tatildi daha yapılacak çok aktivite vardı...
Cumartesi gününe güzelll bir kahvaltıyla, gazete keyfiyle ve şahaneeeee bir kahve sohbetiyle başladık... Hava muhteşemdi ve değerlendirmek gerekiyordu... Çıkıp biraz Tunalı’da dolaştık bir kaç vitrin baktık sonra da akşamki balık soframıza bir kaç meze aldık... Aybars bir meyve tabağı hazırladı ki yemeye kıyılmaz J
Şahane doğumgünü masamızı kurduk, rakılarımızda buzlarımızı çıtlattık, mucize nağmelerle sanat müziği eşliğinde keyif çatmaya başladık... Çok güzeldi o akşamın sohbeti... Aile, sevgi özveri... Başka başka kelebek etkileri, hayatın tıkır tıkır işlediği ince detayları ve içine sakladığı şeytanları... Hepsi geldi çilingir soframıza kuruldu...
Ee hadi dedik, yeter gari bu kadar felsefe, biraz da eğlenmeye... Malum bir zamandır bünyedeki kurtlar kaynamaya başlamıştı... Kalktık kendimizi November’da bulduk... Orda bizi bir doğum günü kızı bekliyordu J Işıl ışıl gülümsemesiyle iyiki doğdu Ebru...
Sahne önünde bir masadaydık ve bu kadar sahne merakımız olduğunu o akşam keşfettik.. Meğerse biz tam bir pop grubuymuşuz... Şimdilerde pek yok boy bandler, girl bandler ama biz sanırım o akşam olaya yeni bir trend getirdik... Alkol tabi bu içindeki enerji nasılsa seni oraya sürüklüyor... Biz o gecenin starı olduk... Çok güldük, çok dans ettik...Hadi bakalım hayırlısı J

Tabiki Pazar sabahı korkuç bir hararet, hafif baş dönmesi ve dün gecenin flu kareleriyle aydınlandı... Belli belirsiz bir tebessüm J
Ama durmakk yokkkkk eğleneceye devam... Eşim, aşkım, canımın asıl doğumgünü 31 Ekim’di.. İyi ki de onu dünyaya getiren ailesiyle Eymir gölünde güzel bir yemek yedik. Pastamızın mumlarını üfledik... Babamın gençlik hikayelerini dinledik... Üstelik tek hediye alan Aybars değildi beni de unutmamışlar çok güzel bir çiçek almışlar... Çok mutlu oldum, ee hayat artık müşterek J Ve aile olmak çok güzel... Tek başına şımarmak da yok... Biz iki tek çocuk biraz da kuma olmak neymiş onu öğreniyoruz sankiJ  Eskilerden sohbetler ettik... 35 sene önce o gün nasıldı onu konuştuk... Zaman denen hızlı maratoncu, nasıl da delicesine koşuyor ve hepimizin hayatlarını hikayeye çeviriyor... Bir varmışızzz bir yokmuşuzzz oluyor. Herkese kendi masalını veriyor...
Veee akşam eve dönüncee anlaşıldı ki tatilin sonu haydi ütünün başına, uyan kül kedisiii yarın iş var J İşte geldim burdayım, işimin başındayım... İyi ki de öyle... O zaman tatilin ne kıymeti olurdu, dimi?

Pek Çok Sevgiler
İ.Erdemli
















28 Ekim 2010 Perşembe

Olsun Yaaa Yarın Yarım Gün :)))

Tansiyonum sıfıra yaklaştı... Sabah ruhumu evde bırakıp sürünerek kalktım yataktan... Ama çok eğlenmiş olmaya değişmiyorum içinde bulunduğum durumu :) Ve yalnız değilim, aynı hissi benimle paylaşan 3 kişi daha tanıyorum :)) Son derece eğlenceli geçen gecenin kahramanları :)



Haydi vurun kadehlere yarın nasılsa yarım gün diye diye en son bir sokak köftecisinin önünde bulduk kendimizi... Yarım gün kavramını her ne kadar Aybars anlatmaya çalışsa da biz tersten algılamak istedik sanırım... Sabah yine kalkıp geldik işe, yada gerçekten kalkıp geldik mi bilemiyorum. Sanırım öğlene kadar bu paradoksla yaşayacağım :)
GeceyeTuran Güneş Roka Balık'ta güzel bir rakı balık sofrası ve udun tılsımlı sesi eşliğinde başladık...

Etrafımızdaki moda ikonlarının yanında bizim sıradan duruşumuz canımızı çok sıktı ve verdik kendimizi alkole :) Beyler bu sene kırmızı beyaz lacivert çizgili masa örtüsü kıvamında ceketler moda ama sakın kenarları kırmızı işlenmiş beyaz ipek mendili takmadan çıkmayın :)


Aslında böyle zamanlarda en güzeli bir kaç saate bir sürü duyguyu sığdırabilmekte... Çok planlanmadan çıkılan bu yemekler hiç umulmadık bir anda uzun zamandır ihtiyaç duyduğun en güzel anları yaşatabilir... Biz çok keyifli zaman geçirdik...

Herşey dostlarla güzeldir elbette... Kimdir onlar? Yanında en rahat olabildiklerindir, ne yaparsan yap illaki seni yargılamak için çaba sarf etmeyenlerdir, açık açık konuşabildiklerindir...Bir de en önemlisi kelimelere sığmayan ve illa da mantıkla açıklanmayan bir bağ bile bağlandıklarındır... İyi ki vardırlar, oldukları yeri güzelleştirirler...


Dün gece herkes uyurken biz sokakta miss gibi köfte yiyorduk ve çocuklar gibi şendik :) Bir minibüsün içinde ne şekilde yapıldığından haberdar olmadan yediğimiz kokoreç, midye ve köfteyi Büyük Esattaki sosyete köftecisinde yiyebilirsiniz, şiddetle tavsiye edilir:) Zaten olayı leziz kılan nasıl yapıldığını bilmemekte gizli :)


Ne zaman Selen'le aynı fiziksel ortamda olsak ortaya çıkan kimya zıp zıp zıplatıyor bizi... Dün akşam da öyle oldu ama bu kez hasarsız atlatıldı ;)

Biz çok eğlendik ve eğlenmeye devam edeceğiz, darısı başınıza :)

Sevgiler

İ.Erdemli

27 Ekim 2010 Çarşamba

Puslu-sisli-bol F-16 sesli Ankara Cumhuriyeti manzaraları...

Hayatın aslında çekilecek tarafı yoktur da herşey 2 çift sohbetle güzeldir ya... İşte hayatı güzel yapan o anlardan kareler... Tatil özleminiiiii çokk derinlerden çıkarıp kimisi İstanbul yolcusu diğerleri Ankara korucusu 3 kişinin öğlen yemeği zıvanası halleri :)))


Tunalı'nın en stratejik noktasındayız azönce güzel alışverilerimizi yapmışız... D&R şu günlerde çok çok avantajlı... Kitaplar, cdleri DVDler son derecee kampanyalı indirimli biz de nasiplendik size de öneririz :)))

Hoş Geldim :)

Uzuunnnn bir zamandır aklımdaydı... Çok düşündüm adı ne olsun, sanı ne olsun, nerden başlayayım, nasıl anlatayım diye... Hayatta en çok yaptığım şeyin adı olsun o halde dedim 'Durum Değerlendirmesi' olsun ... Çok gözlemlerim ve mutlaka oturup da değerlendiririm...
Çünkü doğru sonuçlarımıza yada çizdiğimiz yola hep değerlendirmelerimizle varmıyor muyuz?

Hayatta çok ince eleyip de sık dokuduğumuz herşeyde mutlaka bir arıza çıkmaz mı? Elbette çıkar... O zaman herşeyi illaki en ince ayrıntısına kadar irdelemeye de gerek yoktur. Bazen hayatın bir yerinden bodoslama dalmak en güzelidir... İşte ben de tam olarak nasıl bir yol izlerim bilmesem de geldim :)

Çok hızlı değişimleri yaşadığım şu günlerde algımın sınırları oldukça açık... Yepyeni tertemiz bir sayfa açtım hayatımda ve hergün yeni çizikler atıyorum sayfama... Aslında hepimizin tanığı olduğu şeyler bunlar...

Ankara'dan İrem manzaraları olsun hayat olsun, aşk olsun, moda olsun, sanat olsun, edebiyat olsun... Ben anlatayım tanısam da tanımasam da birileri bana katılsın yada karşısında dursun.... Benim olsun, sizin olsun hayatta kendime açtığım bir alan olsun...

Hep birlikte değerlendirip, değer katmak dileğiyle...

Sevgiler

İ.Erdemli